Duymayanlarınız vardır belki. Dilimize yeni bir deyim kazandırıldı, hem de bir milliyetçi tarafından; “Asker karısı gibi ağlamak…”
Önce ne olur şu hayatımızın kısa özetini bir okuyun. Sonra söyleyeceğimi söylerim!
Dünyaevine girdiğimde 27 yaşındaydım.
Nikah masasına oturduğumda bir insanla değil, devletle evlendiğimi öğrenmem çok uzun sürmedi.
Ne yeni gelin olmanın keyfini sürebildim, ne evliliğin. Bitmek tükenmek bilmeyen mesailer, yurt içi görevler, uzun ayrılıklar…
Ama asıl acınası halimiz kızımız doğduktan sonra başladı.
İpek henüz 6 aylıkken asker babasına yine yol görünmüştü. Bu kez ayrılık en az 6 ay sürecek, yurtdışı görevi dönüşü kızı, babasını tanımayacaktı. Çevresinde gördüğü her üniformalıya “baba” diye koşarken, kendi babası döndüğünde yüzüne bakmayacaktı.
İpek’in kaderiydi, babasız büyümek… Diğer binlerce, onbinlerce asker çocuğu gibi.
Daha ilk ayrılığın etkisinden yeni kurtulmuştuk ki bu kez Doğu görevi çıktı; Teğmenliginde, Mardin’de pusuya düşürülmüş, vurulmuş, yanında nice askeri şehit olmuş babamıza…
İstikamet şimdi, adını sadece terörle duyduğumuz Diyarbakır-Lice’ydi. Bu defa biz de gidecektik, ayrilmayacaktık, İpek artık babasız büyümeyecekti. Mesleği, kariyeri, alıştığın şehri geride bırakarak…
Hepi topu 3.5 yaşındaki çocuğu alıp, kuş uçmaz kervan geçmez, Lice’ye götürdük iyi mi !
Yoldaki lastik patlağini bomba, dağın eteğindeki ağaç gölgesini terörist sanarak gittik Lice’ye.
Aman Yarabbi! Cehennemin ortası mı desem, ortaçağ karanlığı mı… Dört duvar arasında birkaç asker ailesiyle Lice’de yaşamaya başladık. Değil sokağa çıkmak, balkona bile çıkamıyoruz; olur ya bir keskin nisancının namlusuna hedef oluruz !
Gittik gitmesine ama kocaları görebilene aşkolsun. Kâh hayvanların bile yasamayacağı üs bölgelerine gidip haftalarca gelmiyorlar, kâh operasyona gidip içimize şehit-gazi korkusu salıyorlar.
Her operasyon bizim için kabus. Her çatışma haberi bizim için karabasan. Ne tuhaf; yaralı- şehit haberi aldığımızda içimizden önce şöyle dua ediyoruz, ‘insallah benim kocam değildir!’ Benimki değilse yan komşumun, üst komşumun, alt komşumun. Ne utanç verici, ne bencilce bir düşünce. Ama…
Ama önce can, işte !
Operasyonlar sırasında lojmanın bahçesine helikopterlerin biri iniyor, biri kalkıyor. Henüz 4 yaşındaki İpek’in ve diğer asker çocuklarının gözleri önünde şehitler, yaralılar ambulanslara bindiriliyor. Biz anneler, çocukların psikolojisi bozulmasın diye camlardan uzaklaştırmaya çalışıyor, gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.
İki yıl boyunca işte bu cenderenin ortasında yaşam savaşı veriyoruz. Sonra…
Sonra biter mi bizim çilemiz. Ankara’ya geliyoruz gelmesine ama yoğun mesai, yurt içi ve yurt dışı görevleri derken bu kez Oğuz Kağan henüz bebekliğinde babasızlıkla tanışıyor. Saymadığım, sayamadığım kez, aylar, yıllar süren kereler yalnız başımıza, tek başımıza kalıyoruz. Hastalıklarimiz, mezuniyetlerimiz, doğum günlerimiz… Çok büyük bölümünü yalnız geçiriyoruz, geçirmek zorunda kalıyoruz.
Nihayetinde 27 yaşında başlamıştım bu yolculuğa, bugün 45 yaşındayım ve eşim, çocuklarımın babası yine yanımızda yok !
Ne sıkıntılar, ne badireler atlattık da en yakınımızdan bile yardım istemedik biliyor musunuz ? Çocuklarımıza sadece anne değil baba olduk, birçok adamdan daha çok adam olduk.
Dün bir sahte milliyetçi, MHP Aydın İl Başkanı çıkmış, birine hakaret etmek için , “Asker karısı gibi ağlıyor” demiş.
Asker karısı gibi ağlamak nasıl birşey ? Biz şehit verirken bile gözyaşımızı içimize akıtırken…
Hele bir anlat…
Sen değil asker karılarını siyasete malzeme yapmak, onların adını bile o pis ağzına alamazsın.
Sen benim İpek’imin 4 yaşındaki cesaretinde olamazsın.
Sen ve senin gibiler ancak sosyal medyada klavye kahramanlığı yapar; askerlik vakti gelince bedelli sırasına girersiniz. Hadi Afrin’e, hadi El Bab’a deseniz kaçacak delik ararsınız. El Bab şehidi Bülent Binbaşı’nin karısı Şerife’nin, şehit Celalettin Yüzbaşı’nin, şehit Göktan Astsubay’ın karısının tırnağı olamazsınız.
Yani hayat bize çok zor arkadaş. Ama mesele memleket meselesi. Biz eşler güçlü, çocuklar mutlu görüneceğiz ki babalar da vatan savunmasını, vatan görevini içleri huzurlu, kafaları rahat yapsınlar.
Onun için çekin o pis elinizi üzerimizden.
Siyasetiniz de siz de yerin dibine batın.
Yeşim Kader Kızılçelik