Sevgili gezisever dostlarım, size son yıllarda ülkemizde hızla yayılan ve insanlarımızın kültürü, görgüsü bu olduğu sürece hızla yayılacağı net olan bir tatil kavramından bahsetmek istiyorum: Sosyetik Beach’ler…
Şimdi öncelikle böyle bir beach’e gidişimi size anlatayım, sonra da çıkardığım sonuçlarla bu tarz bir yere gitmeden önce kafanızda bir fikir oluşmasını sağlayayım istiyorum.
Geçen yaz, kankimiz bir doktor çiftle Alaçatı’ya Çeşme’den birkaç günlüğüne geçtik ve sahil keyfi yapalım diye yollara düştük, kıyı boyunca yüzecek yer aradık. Allah’ın denizine girmek için saatlerce dolandık, çünkü denize girebilecek noktaları ‘beach’ yapmışlar, her yer dolu, kapıda soruyosunuz yer var mı, kulaklarında kulaklık, mikrofonlarıyla CIA ajanı gibi adamlar önce sizi bi süzüyo; o denize lâyık araban var mı, mabadını o suya sokabilecek donanıma sahip misin diye, ona göre seni deniz kenarına kabul ediyorlar.
Sonra soruyolar ‘happy hour’ a kalcak mısınız?? Ben ‘yaaani, ‘kocam yanımda, hasta yok, ameliyat yok, tatil- deniz- güneş tüm hour’lar happy bana’ diye düşünürken bu saatin gerçek anlamını öğreniyoruz: ‘Popçu bi abla ya da ağbi gelip iki playback yapacak, biz de o sırada herşeyin fiyatını 5’ e katlayıp hesabı size geçirmek suretiyle rahatlıycaz, ‘alan happy, veren happy olacak böylece’ demek’miş!!
E tamam dedik, verdik neyse parası, içeri girdik, denize gircez diye seviniyoruz ki, yok; hiç birşey tabi ki bu kadar kolay olamaz! Güneş dimdik tepende, gölge-şemsiye istiyosan ayrı, poponun altına yastık istiyosan ayrı, şezlong için ayrı, otopark için ayrı, iskeleden atlamak, ters kulaç atmak, denize gizlice ürik asit ifrazatı için bile ayrı para istiyolar! Neyyyyyse; Allah’tan zenginiz de ‘lan iki yüzcez bi aylık maaşı gömcez’ diye hiç düşünmedik! (Resmen içimize oturdu ayol, parayı çok çalışarak kazananlar için hak verirsiniz, gereksiz harcamalar zor gelir insana!)
Ağaç altı gölge paramızı verdik ben bi baktım, o da ne? ‘Ahanda dedim havuzbaşında bi nikah var heralde dedim, herkes ne kadar süslü, şık, fönlü, makyajlı, tüh bak gelin damada ayıp olacak; bikinili parmak arası terlikliyiz dediiiim, meğer hatunlar düğüne değil havuzbaşına gelmişler? Hani eski bir türküde denir, ‘indim havuzbaşına, bir kız çıktı karşıma…’ İşte her an çok önemli birinin karşısına çıkma ihtimali olan havuzbaşı kızları, bunlar… Vay arkadaş; hepiciğinin ombreli saçları fönlü, suratlarının 2/3’ü gözlüklü, dolgulu dudaklar, bronz ten, ipli bikini üstü mutlaka tül pareo, kapkara tenlerinde yüzlerindeki bi ton makyajla ve gözaltları, sürdükleri highlighterdan bembeyaz parlarken; şapka, küpe veya vücut kolyesi şart ve de ayakta Nomadic hasır ipli sandaleti olmayanları muhtemelen kapıdaki izbandutlar tekmükleyip, havuz tarafına almıyor ki, hepsi bir fabrikadan çıkma gibi…
Bu kurallara uymayıp bizim gibi ‘çimmeye’ (halk dilinde yüzmek) gelmiş, yılda bir tatil yapmanın heyecanıyla dolup taşanlara da araba farı görmüş tavşan gibi şaşırıyorlar. Tüm hatunlar bu şekilde bakımlı, ayakta, kafa sağa eğik, sol üstten dudakları önde selfi yapıp, ortak psikozlarını paylaşırken, biz ne mi yaptık? Serinlemeye çalışan normal insanoğlu gibi arkadaşımla havuza, yüzmeye girdik. Hatunların ‘havuza girmeye gelmişler, ıyyyy ezik bunlar galiba, fönleri yok ki bozulsun’ bakışları olsun; bi panikle kapıdaki CIA ajanlarına ‘neden denize yüzmeye gelen halkı buraya alıyosunuz isyanları’ olsun, panik hallerini izleyip eğlenerek yüzüp havuzdan çıktık. Allah’tan dudağımızdaki kalıcı kırmızı rujumuzla dudağımızı büzdük de bizi dışarı atmadılar!?!
Sonra işte o an geldi; o mutlu saat, sahneye bir popçu abla çıktı; playback yapıp aralardaki Türkçe’yi katleden okul öncesi gruba hitâbeden esprileri yaparken, herkeste bi panik; görmeniz lazım, herkes popçu ablayla selfi yapıp konum bildirmek ve instagrama hikayesini koymak zorunda tabi!
Etrafımdakileri izlerken her yaşımı olması gerektiği gibi yaşayıp, burdaki ‘kendine bile dürüst olmayan, hiçbir duygusunu yaşayamayıp kendi hayatına bile sahte pozlar veren’, Aziz Sancar’ı modacı, Amadeus Mozart’ı ruj markası zanneden hatunlardan olmadığım için bikez daha şükredip; ‘happy hour’ değil kendi yarattığım zor ama her ânı nefis ‘happy life’ ıma kavuşmak için koşarak ordan uzaklaştım.
Her yanı cennet ülkemizin tabi ki turizminin canlanması açısından bu tarz mekanlara da ihtiyaç var ve herkesin tatil konusunda isteği, beklentisi, zevki farklıdır. Güzel olan aslında Türkiye’nin, her zevke hitâb edecek cennet tatil mekanları ve imkanlarının oluşu…
Ne yazık ki, otel inşası için her yıl ormanlarımız, ciğerlerimiz yanıyorken, yok ediliyorken gönül ister ülkemiz turizmde hakettiği yere, güzelliklerini, doğal kaynaklarını yitirmeden ulaşsın, ama…
Söyleyecek söz çok, tüm bunlardan muzdarip siz dostlarım, yürek yangınımız, derdimiz ortak; sözlere ne hâcet!
Sağlıkla, sevgiyle, mutlulukla gezip göreceğimiz, ülke olarak çok mutlu olacağımız günler yakın olsun inşallah, çok amin!